12 Kasım 2009 Perşembe

AİLESİNİ ARAYAN YUNUS

Yeryüzünün tek hastalanmayan üyesi iken ben, bir ilki gerçekleştirdim. Ve kaldım geri ailemden. Unuttular gittiler beni. Ama yüze yüze bulurum onları. Şu sığ suyu geçip okyanusa açıldım mı, bu iş tamamdır… hele bir nefes almak için çıkayım bakalım dışarı; belki bir gören olmuştur bizimkileri…
Hah, işte bir Martı.
-Heyy heyy!! Martı kardeş selam sana,
Buralardan geçen bir Yunus ailesi gördün mü?

-Selam Yunus sana da, öyle çok acıkmıştım ki, bakmadım hiç sağa sola. Kusura bakma yardımcı olamıyorum sana.
-Neyse elbet bulacağım onları, ama o denli çok ses var ki etrafta duyamıyorlar beni. Şu koca koca gemilerin arasından hızla geçsem de sesimi duyursam bizimkilere. Özlemiştir şimdi annem beni.
-Aa evet sen şu göçebe olan Yunuslardansın. Tamam, hatırladım seni. Ailen sayesinde dün rahatça beslenmiştik. Seni çok aradılar ama dün boğazda çok gemi vardı. O yüzden seslerini duyamadın. Acele et, bugün yine kalabalık olacak buralar.
-Tamam boğazı geçince derin sulara doğru açılacağım. Hem bilirsin, oralarda daha hızlı hareket ederiz biz. Uzun mesafeden bile duyarız birbirimizi.
Martıyla vedalaşan Yunus hızla kendini suya vermiş. Denizin altı tüm güzelliği ile parlıyormuş. Aslında biraz korkuyormuş bizim küçük yunus ama diğer yandan da etrafıyla ilgilenmeden duramıyormuş. Nasılsa hızlı yüzüyorum, etrafa biraz bakınmamın bir sakıncası olmaz diye düşünmüş. Nede olsa bizim küçük yunus dünyaya geleli daha 1,5 yıl olmuş. Merakla incelmeye başlamış etrafı. Önce bir deniz yıldızı görmüş onunla sohbet etmiş. Arkasından kabuklu bir kapak görmüş. Burnuyla itmeye başlamış.
–Rahat bırak beni!!! diye bir ses gelmiş kabuktan.
Yanılıyorumdur diye düşünmüş bizim Yunus. Ama burnuyla ittikçe kabuğu ses devam etmiş konuşmaya
- Yaa Yunus yeter ittirme beni
.Yunus’cuk şaşırmış bu duruma.
-Niye şaşkınsın Yunus -demiş kabuk. -Hiç mi görmedin benim gibi bir deniz canlısı? Kabuğunu açıp Yunusa gülümsemiş İstiridye.
- İstirahattaydım söyle bakalım. Sen ne yapıyorsun burada? Yunusları tek göremeyiz buralarda…
-Evet sürümü kaybettim. Onları arıyorum- diye cevap vermiş bizim Yunus.
-Aa evet dün buradan telaşlı bir grup geçti. Konuşmalarını duydum. Üzgündüler yavrularını bulamadıkları için. Ama sen hala oyalanıyorsun. Bak açık sulardasın vakit geç olmadan düş derim yola.
-Doğru iz üzerinde olmanın mutluluğuyla bizim Yunus, vedalaşıp İstiridyeyle, çıkmış hemen yola.
Yüzmüş yüzmüş yüzmüş. Arada da seslenmeyi de ihmal etmiyormuş. Çok yorulmuş bizim Yunus dalmış bir ara uykuya. Uykusunda annesi ve diğerleri onun doğumunda ne kadar mutlu olduklarını görmüş. Dedesi yemek zamanı geldiğinde bile oyun oynamak istediğinde kıramıyormuş Yunus’u. Grubun gözbebeğiyken, bir dalgınlık anında nasıl olup da yalnız kaldığını anlamış. Ama annesi ve halasının sesini duymuş. Sanki yanında uyan artık çok şükür bulduk seni diyorlarmış. Tam hıçkırıp ağlayacakken, çenesinde bir sıcaklık hissetmiş bizim Küçük Yunus. Açmış gözlerini. Rüya değilmiş gördükleri. Annesi ve halası onu aramaya çıkmışlar ve bulmuşlar. Çok mutlu olmuş Yunus. Söz vermiş kendine ne kadar yorgun olursa olsun, haber vermeden onlardan geride kalmayacağına.

PİKA VE GELİNCİK

-Hey !!! Otçul git başımdan güneşimi engelliyorsun?
-Niye bana öyle dedin? Tavşan ailesinden geliyorum doğru, ama ne var arkadaş olsak, burada ki güneşten beraber yararlansak? Bak bu otları kurutacağım, kışın daha rahat beslenmek için, istersen sende yiyebilirsin.
-Var git otçul? İşim olmaz seninle, ben kendi yemeğimi bulurum kendim. Hem o küçücük kulaklarınla nasılda duyuyorsun beni?
-Kulaklarım iyi duyar benim.
-Aaa nerden geliyor sesin, hey otçul nasıl oldu da bir anda yok olup başka bir yerden çıktın?
Ee hızlıyımdır ben, ayrıca hareketli. Bak bu otlar çok lezzetli, yesene sende.
-İstemem dedim ya, ufaklık? Hem sen nasıl bir hayvansın anlamadım? Fare desen değilsin? Sincap desen değil? Tavşan desen diyemem, kuyruğun yok, kulaklarında çok küçük? Söyle bana nesin sen?
-Ben Pika’yım. Tavşan ailesinin en küçük ferdi. Hem bakma fareye benzediğime benim kadar hızlı koşamaz. Bilirsin ben zıplaya zıplaya ilerlerim, yürümem.
Ya demiş Gelincik,- Ne laftan anlamaz bir Pika’sın sen. Zorla arkadaşlı yaptın kendinle beni. Hem aslında severim ben senin etini.
-Gülmüş Pika, olur mu öyle?- demiş -Bu dağlarda, kavuklarda beraberce yaşamak, o güzelim sebzelerle beslenmek varken, niye yersin ki zaten benim etimi. Ayrıca duydum ki sen çok saldırganmışsın. Nedir seni böyle yapan?
-Doğam budur benim. Bilmez misin yazgılarını yeryüzünde kilerin. Kendim olmaya çabalıyorum yalnızca ve korumaya çalışıyorum kendimi gelecek olandan. Hem sen niye bu denli, zararsız ve barışçılsın anlamadım ben seni.
-Biz çok büyük bir aileyiz, severiz birbirimizi. Dostluk önemlidir ve grupça yaşamak. Dünyaya geldiğimizden beri budur bizim çizgimiz. Doğa bize bakarak mutluluk bulur. İnsanlar bize bakarak sevinirler. Hızı ve coşkuyu anlatırız neşeli ruhlara.
- De git başımdan demiş-Gelincik. -Senin hızın bile yetmez bana, istesem yiyiveririm seni buracıkta. Hem bilmez misin? Ağaca tırmanır, denizde bile yüzerim ben.
Gülmüş bizim Pika. -Demiş ben gidiyorum. Yarın otlarımı toplamaya arkadaşlarımla geleceğim.
Gelincik, şaşırmış. -Ayy allahım nasıl bir tavşandır bu? Bugün onu yemediğime şükretmiyor, yarın birde arkadaşlarını getirecekmiş?
Ertesi günü, öğle saatlerinde tekrar aynı kayalığın üzerinde bizim Gelincik pusuya yatmış. –Bakalım gelecek mi bizim Pika, gerçekten bu denli saf mı ya da arkadaş canlısı mı diye düşünmüş. Kısa bir zaman sonra bakmış, kuzu melemesi gibi bir ses ve ardından bir grup Pika, hoplaya zıplaya gelmişler kayanın üzerine. Aman bir neşe ki aralarında sorma gitsin. Güle oynaya uzanmışlar kayanın üzerine önce güneşlenmişler. Sonra kalkıp ayaklarının üzerine el birliği ile kuruyan bitkileri toplamaya başlamışlar. Bizim gelincik şaşırmış bu işbirliğine. Kendi yuvası gelmiş aklına, çocuklarını ilk doğurduğunda eşiyle onları beraberce besledikleri günü düşünmüş. Hüzünle karışık bir sevgi sarmış içini.
Bağırmış arkalarından- Heyy Pika!! Pika!! Beni de alın aranıza. Siz nasıl ki yaşarsınız toprak altında, bende yaşarım orada. Hem korurum sizi, anladım ben barışı ve kardeşliği beni de alın aranıza Pika!!! -diye.
Pika dönmüş gelinciğe ve kalkmış ayaklarının üzerine- Gel tabii ki güzel gelincik. Tabiatına aykırı bu durum senin, ama değişmek elbet bizim elimizde.

EZEL İLE EBED

Masadayım, oturuyoruz. Karşımda bir çift siyah göz, konuşuyor sanki, anlatıyor bana beni. Nereden geldiğimi? Nerede olduğumu? Nereye gittiğimi? Bende oturmuş karşısına bu siyah gözü dinliyorum. Anlatanın dinginliğinden midir? Gözün güzelliğinden midir bilmiyorum? Ama karşımdakini dinledikçe evrenin kapısından içeri doğru süzülüp, oradan boşluğa, o sınırsız derinliğe doğru usulca kayıyor gibiyim. Bu boşluk korkutmuyor, tam tersi sarıyor beni ve güvende olduğumu hissediyorum. Ayaklarım basacak yer bulamıyor. Oboşluğun bir parçası gibiyim. Kendimi bütünlemeye gelmişim gibi.Burayı evvelden beri bilirmişim gibi. Evim gibi, doğduğum yer gibi. Birden bir şey oluyor, karşımdakinin sesinin tonunun değişikliğimi bu emin değilim. Ama yukarı doğru hızla yükselmeye başlıyorum. Başım ileride, kollarım iki yanımda, sanki ayaklarımın altında bir roketle yukarı doğru, çıktıkça çıkıyorum Sema’ya. Burada heryer aydınlık, tanıdık bir duygu kaplıyor içimi. Aşağıdaki gibi hiçlik, boşluk duygusu değil bu. Aydınlıkta, semada neşe ve enerji var. Demek güzellik böyle bir şeymiş diye düşünüyorum. Birden karşımda ki susuyor ve ben o bir çift gözden çıkıyorum dışarı. Kendime geliyorum. Evvelde boşluktaymışım, ebed’te aydınlıkta. İkisi de güzel, ikisi de huzurlu. Ama ebed in ışığı, hiçbir şeye benzemiyor.

11 Kasım 2009 Çarşamba

KLARNET

Almasını bilene nede çok ders vardır şu klarnetin sesinde,
İçini dökmesini açmasını bilene nelerde söyler.
Şu klarnet’in sesi, bizi bizden götürmeden gidemez miyiz başka alemlere?
Eyy klarnet kimler ne feyzler aldı senden söyle?
Söyle; içini dert ve tasayla kim doldurdu?
Kimlere umut oldun, kimlere yol arkadaşı?
Kimler eşliğinde kaldırdı kadehlerini söyle?
Kaderin bu muydu senin?
Seni yaratan dert arkadaşı olarak mı verdi insanlara?
Neşe nerede klarnet söyle?
Bunca gam tasa varken söyle bana klarnet niye hüzne ortak edersin kendini?

SEÇİYORUM

Şu an itibariyle ben,
Tamda şuan kendim olmayı seçiyorum.
Tüm yargılarımdan ve geçmişimden kurtulup,
Kendimi deney imlemeyi seçiyorum.
Başlayan yeni günü kucaklamayı,
Kendimi sevmeyi seçiyorum.
Kendimden kaçamayacağımı anladım. Kendimi kabullenmeyi seçiyorum. Yaratıyorum, veçhemi ve içimdeki en güzeli.
Kendimle bütünleşmeyi seçiyorum.
Ve seviyorum kendimi.
Bu aleme ben, beni sevmeye geldim ve kendimi tanımayı.
Tüm bildiklerimden kurtulup kendim olmayı seçiyorum.
Yolumu açmayı seçiyorum. Ve Kendimi tanımayı.
Ve biliyorum her doğan günde başka bir umut başka bir yaşam var. Ve şükrediyorum yaşama ve kendime. Bana ben olma Şansı veren ‘’YARADAN’’a
Bugün ben, bugün özelikle ben olmayı seçiyorum. Kapılarımı gelene sınırsızca açmayı seçiyorum.
Biliyorum ki olan benim hayrıma. Olan bana, benden dost.
Ve şükrediyorum her yeni doğan güne.
Bugün özellikle bugün ben, beni seçiyorum.
Beni, takdir edip beni kucaklamayı ve sevmeyi seçiyorum.

PİRENİN BERBERLİK HİKAYESİ

Evvel zaman içinde, kambur zaman dışında. Develer tellal, pireler daha o zaman berber değilken, ormanın birinde aslanın yelesinin kesilmeye ihtiyacı olmuş. Ormanda ki hayvanlar toplanmışlar bir araya, demişler bu mühim görevi kime versek? Geyik atılmış ortaya, ben hızlı koşarım ama bilirsiniz, aslanla aramdakini, sever benim etimi. Bir yanlış yaparsam oracıkta yiyiverir beni. O yüzden bu görev bana olmaz, ama hızlı koşan tavşan var, o olsun derim ben. Tavşan düşünmüş taşınmış, sonra başlamış konuşmaya, demiş evet hızlı koşarım koşmasına da, valla ben daha bir adım atmadan aslan tek hamlede yakalayıp yiyiverir beni. Fil var demiş benden iri, hem o daha kuvvetli. Fil düşünmüş taşınmış. Başlamış konuşmaya, aslan beğenmezse yellerinin kesimini alırım alimallah ayaklarımın altına onu. Kalırız ormanda kralsız, olmaz bu iş. Baykuş dayanamamış, ormanın bilgesi. Tamam demiş ben buldum. Bu görev pirenin. Gülmeye başlamış ormanın ahalisi. Nasıl olur bu iş? Koskoca filin yapamadığını, şu şuncağız piremi yapacak? Baykuş atılmış ileri, demiş aslan beğenmese de yellerinin kesimini o pireyi bulana kadar, pire kaçar kurtulur. Bu işte zararsız ziyansız tamamlanır. Ve tüm orman halkı pirede karar kılmış. İşte böyle başlamış bizim pirenin berber olma hikayesi.

MAHZUP

Açtım kapıyı, girdim handan içeri
Gördü gözüm bende, beni.
Gönlümün sözünde,
Yabancının dilinde,
Yüreğimin içinde
Hep sen vardın.
Çaldım hanın kapısını
Geçtim içeri
Bulmaktı umudum
O küçücük yerde seni.
Çokça yol gelmiş,
Fazlaca emek sarfetmiştim.
Karşımda bir kadı
Güldü yüzüme.
Dedi niye geldin?
Dedim cevaplar sendeymiş!
Şu küçücük odanda,
Verirmişsin isteyene cavabını.
Kadı güldü, baktı bana.
Benim verilecek dersim sana şudur
Hele bir yolu anlat bana?
Hoca dedim ey hoca!!!
Dalgamı geçersin şu mahzup la?
Soranlara dedim bir derdim var,
Dediler orda bir hoca var.
Koş git ona..
Hoca; hoca 4 gündür yoldayım senin için,
Bakar mıyım hiç sağa sola!!!!
Hoca güldü bana,
-Ey mahzup dedi
Amaç gidilen yoldur,
Varılan yer değil.
Bu işin kestirmesi olmaz
Geldiğin yere dön,
Ve tekrar gel bana.
Kendin olarak inancınla gel,
Yolu unutarak değil, fark ederek gel.
Mahzup atmış atının terkesine heybesini,
Çıkmış yola.
Ve anlamış ki hoca moca hikaye:)