12 Kasım 2009 Perşembe

EZEL İLE EBED

Masadayım, oturuyoruz. Karşımda bir çift siyah göz, konuşuyor sanki, anlatıyor bana beni. Nereden geldiğimi? Nerede olduğumu? Nereye gittiğimi? Bende oturmuş karşısına bu siyah gözü dinliyorum. Anlatanın dinginliğinden midir? Gözün güzelliğinden midir bilmiyorum? Ama karşımdakini dinledikçe evrenin kapısından içeri doğru süzülüp, oradan boşluğa, o sınırsız derinliğe doğru usulca kayıyor gibiyim. Bu boşluk korkutmuyor, tam tersi sarıyor beni ve güvende olduğumu hissediyorum. Ayaklarım basacak yer bulamıyor. Oboşluğun bir parçası gibiyim. Kendimi bütünlemeye gelmişim gibi.Burayı evvelden beri bilirmişim gibi. Evim gibi, doğduğum yer gibi. Birden bir şey oluyor, karşımdakinin sesinin tonunun değişikliğimi bu emin değilim. Ama yukarı doğru hızla yükselmeye başlıyorum. Başım ileride, kollarım iki yanımda, sanki ayaklarımın altında bir roketle yukarı doğru, çıktıkça çıkıyorum Sema’ya. Burada heryer aydınlık, tanıdık bir duygu kaplıyor içimi. Aşağıdaki gibi hiçlik, boşluk duygusu değil bu. Aydınlıkta, semada neşe ve enerji var. Demek güzellik böyle bir şeymiş diye düşünüyorum. Birden karşımda ki susuyor ve ben o bir çift gözden çıkıyorum dışarı. Kendime geliyorum. Evvelde boşluktaymışım, ebed’te aydınlıkta. İkisi de güzel, ikisi de huzurlu. Ama ebed in ışığı, hiçbir şeye benzemiyor.